DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

HADRO İLE AYAS MACERASI (4)

Yayınlanma Tarihi :
HADRO İLE AYAS MACERASI (4)

Hani baraj gölüne tumdu, uzun süre görünmedi ya… “Tüh koskoca imparator araya gitti” diye düşündüm içimden.

Suyun üstüne çıkınca ayıktım meseleye… Meğerse gençliğinde dalgıçmış. Ganelde sadece çimmez, akıntıya karşı kulaç sallarmış. Bunu tumduğu yerden 15 dakika sonra çıkınca anladım ve kendimi hırpo gibi hissettim. Bi de ne görüm! Hadro 2 kilo gelebicin yakalamış, çaktırmadan. Yanında helke olmadığı için, balıkları donuna, dudaklarının arasına, kulaklarının arkasına, el ve ayak parmaklarına sıkıştırmış. (Bu manzara Ceyhan’dan çocukluk arkadaşım Pompak İsmail’i aklıma düşürdü, nedense;)

Sırıtarak çıktı kıyıya “Hadi bakalım İso, akşama balık benden, rakı senden” dedi. Aynı cümleyi ben fısıldayınca “Ağzıma ökenme, eke” uyarısında bulundu. “Tamam yine dellenme. Ayas’a gider, Papyon Ali’nin dükkanında kafayı çekerik” sözünü verdim. Akşam için fikir birliğine varınca, esvaplarını topladı ve “Belediye otobüsü midemi bulandırdı. Yürüyerek, şoordan gidek” talimatını verdi, işaret ettiği yerden düştük yola. Sonra UBER’den taksi tuttuk, iki saat sonra vardık, Ayas’a…

Deniz çarşaf, gökyüzü cıncık gibiydi. Biraz Ayas’ı dağnedikten kelli, barınağa geçtik…

Hava kararmak üzereydi, tüm akşamcılar Papyon Ali’nin dükkanına doluşmuştu. Ali’nin yeri aile işletmesiydi. Eşiyle birlikte çalıştırıyorlardı. Ali, cimbit gibi bişeydi. Hem müşterilerine içiriyor, hem de kendi içiyordu. Alkolseverdi yani. Müşterileri de hep tanıdıktı. Ayık görmek neredeyse imkansızdı. Biraz da lavgardı. Hizmet ettiği masaya oturur konuştukça, konuşur, kimseye söz vermez, herkesi esir alırdı. Esasında hoş sohbeti nedeniyle kimse bu durumdan rahatsız olmazdı. Elbette eşi hariç… Masada kendini unutan Papyon, eşinin “Aliiii” diye bağırmasıyla ayıkır, işine dönerdi. Farkında mısınız? Papyon Ali mevzuuna girdim, ben de Hadrianus’u unuttum.

Neyse…

Deniz kenarına önce masayı attılar, sonra salata çeşitleriyle donattılar. Sipariş almak için Ali yanımıza geldi, dineldi ve her zamanki kibarlığıyla el pençe durdu. Hadrianus, gelebicinleri çıkardı, “Bak evladım, bunlar çok özel. İyi pişir. Malamat etme” dedi.

Yan dükkan kebapçıydı. Usta mangal ateşini harlamış, tikeleri şişlere zipliyordu. Hadro’nun gözü bir ara buraya kaydı. Belli ki nefsi de aynı yöndeydi. Ağzının sulanmasından da belliydi. Tam fikir değiştirecekken gelebicinler masaya getirildi. Hadro balıkları tek tek inceledi ve Ali’ye “Bayaktan sana ne söyledim. İyice kızarmadan servis yaptın. Beni avel mi sandın?” dedi. Ali, yanıt vermek üzereyken “Hoşşiklik yapma. Seni insanların içinde madara ederim” şeklinde sert tepki gösterdi. Papyon, anında balıkları aldı, “Tamam efendim, emrinizi derhal yerine getiriyorum” dedi, koşar adımlarla yeniden tezgahın başına geçti.

Hadro zıvanadan çıkmak üzereydi. “Tamam gardaş sen sinirlenme. Ben hallederim, kulağını da çekerim. Balıkların kıvamında pişmesini bizzat takip ederim” dedim ve Ali’nin ardından dükkana girdim. Benim amacım Ali’nin kulağını çekmek değildi. Hadro’ya çaktırmadan “yapma rakı” satın almaktı. Mübarek bir oturuşta, iki büyük rakıyı susuz içerdi. Sanki sünger gibiydi. Emekli bir insanım. Bu ekonomik koşullarda Hadro’ya rakı yetiştirmem mümkün değildi. Sağ olsun Papyon Ali, kendi elleriyle yaptığı rakıyı ve kızarmış balıkları soframıza sundu, daldık muhabbete. Sohbet gırıla gidiyordu.

Bi ara, limanın sonunda küçücük, derme/çatma, salaş balık işletmesi olan Foto Sabahattin düştü, aklıma… O da çok denişik bir tipti. Ali gibi, masaya oturup, müşteriyi esir almazdı, ama geleni şiirsiz yollamazdı. Ceyhan’da fotoğrafçılık yaparken, mesleğini bırakmış Ayas’a yerleşmiş, o gıllik işyerini açmıştı. Papyon gibi hem içiyor, hem içiriyor, üstüne bir de şiir ziyafeti çekiyordu. Sırf şiir dinlemeye gidenler olduğu gibi, şiir yüzünden dükkana uğramayanlar da vardı. Hadro’nun şiir sevip sevmediğini henüz belleyemediğim için “gitme” teklifinden caydım…

Alkol kana karışınca Hadro, çakır keyif oldu. Aniden Müslüm Gürses’in “Unutamadım” parçasını okumaya başladı, davudi sesiyle. Kim bilir, kaç kadeh kırılmıştı sarhoş gönlünde… Bir türlü kendini avutamadığı belliydi… Hadro, diğer masalarda oturanları da hüzünlendirmişti, hep birlikte söylemeye başladılar. Samimiyetle altını çiziyorum, ‘İnci Taneleri’nin Dilber’i o döneme denk gelse, ağıt gibi esere danslarıyla tüm benliğiyle eşlik edip geceye renk katabilidi. Belli mi olur Azem’i bırakıp, Hadro’nun peşine düşebilirdi… Baktım Hadro, elden gidecek dürttüm ve “Kendine gel gardaş. Sen koca imparatorsun. Yakışıyor mu?” dedim. Bir süre sonra kendini toparladı ve ruhen masaya dönüş yaptı.

Hadro, iki büyük şişenin dibini gördüğü sırada Cici Dayı, belirdi uzaktan. Barınağa bakan 12 basamaklı merdivenden ağır ağır iniyordu. Şimdi “Cici Dayı da kim?” diye merak edenler olabilir.

Anlatayım efendim…

Asıl mesleği kasaplık olan Cici Dayı, yaşının ilerlemesi nedeniyle Ceyhan’dan pılıyı/pırtıyı toplamış, yaşamının son günlerini geçirmek üzere Ayas’a göç etmişti. Çok özellikli ve nitelikli bir insandı. Gülen yüzü ile insanlara pozitif enerji aşılardı. Kimseye kırılmaz, darılmaz, kızmazdı. Eski kasap olduğundan etin sinirini ustalıkla sıyırmasını çok iyi bilirdi. Amma velakin kendi sinirini hangi cerraha aldırdığını asla söylemezdi. Öylesine hoşgörülü, cici mi, cici biriydi. Belki de bu yapısından ötürü O’na Cici Dayı diye hitap edilirdi.

Bu günkü yazıma konu olan Papyon Ali ve Foto Sahabattin ile tek ortak yönleri “alkolsever” olmasıydı. Alkol almadığı zamanını uykuya ayırırdı, ancak dünya meselelerinden de geri kalmazdı. Entelektüel kişiliğe sahipti.

Yılmaz Güney hastasıydı…

Ama öyle böyle değildi, hapis yatmayı göze alacak kadar Yılmaz Güney hayranıydı.

Yılmaz Güney’in Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu’yu öldürdüğünü öğrendiği anda, Jandarmaya gidip, “Cinayeti ben işledim” diyecek kadar da deli cesaretine sahipti…

O dönemin kitaplarına özetle şöyle konu olmuştu;

Cici Dayı, jandarma komutanına teslim olmak ister. Kişiliğini bilen komutan “Senin masattan ne zamandır kurşun çıkıyor, Cici Dayı” der ve nazikçe karakoldan çıkmasını ister.

Cici Dayı, işlemediği cinayeti üstlenemez ama, Yılmaz Güney öldüğünde, bağımlısı olduğu alkole ara verir, 40 gün yasını tutar. Yılmaz Güney’e böylesine sevgi ve saygı duyar.

Ben de kendisine saygısızlık etmedim, merdivenleri arşınladıktan sonra Hadro’dan izin istedim, yanına gittim, masamıza davet ettim.

Dostluğumuz çok eskiye dayanıyordu, beni kırmadı soframızı şereflendirdi. Hadro ile Cici Dayı’yı tanıştırdım. Anında, anlaştılar ve kaynaştılar. Zira kafaları; hem alkol, hem de entelektüel birikim açısından uyuşuyordu.

Onlar geçmişi ve geleceği konuştu, bana da hayranlıkla dinlemek düştü…

YORUM YAP