Hadro ile İso…
(3)
“Lan gardaş, nerden bana tebelleş oldun? Kafayı yicem. Taşköprü’yü inşa ederken, tepe, kaya ve bağlar, bir de ötegeçe vardı. Halkımın tamamını tanırım. Seni ilk kez görüyorum. Keçi sakallı, nerden çıktın?” diye sordu bana, Hadrianus…
Galan iyice yüzgöz olmuştuk…
“Bakale Hadro” diye hitap edince dineldiği yerden sert sert baktı, “Elimin tersindesin. Şaplağı goydum mu, feleen şaşar. Fukara sümüğü gibi duvara yapıştırırım. Bana lakap da taktın, başın göğe erdi mi İso?” dedi, alaycı bir üslupla. Anlaşılacağı üzere enseye tokat durumuna gelmiştik.
“Gadasını aldığım hadi gidek, biyerde çay içek” teklifinde bulundum, anında kabul etti. İt ayağı yemiş gibi gezmeye başladık. Döne döne tarihi belediye binasına vardık. Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Abidin Dino’nun heykellerini görünce “Allöööşş. Bunlar
cenabet giriş
çok önemli insanlar’ diye çığlık attı. Biraz soluklandıktan sonra karşıdaki bahçeye geçtik. Onca sandalye, tabure varken garsondan çul istedi, üstüne ıhtı. Çayın, kağıt bardakla geldiğini görünce, cıncık bardak istedi. Şöyle etrafını sözdü. Enikler, manıklar koşturuyor, çocuklar gulle oynuyordu. Bazıları da kasnaklı uçuruyordu. Mintanının cebinden çıkardığı löbbüş gulleyle çocukların arasına daldı. Barnaklarını öyle keleş kullanıyordu ki, “Üttüm, kevis/küvüs ettim, hadi gidek, bi sokum yiyek” dedi.
Tamam, enseye tokattık ama ne de olsa Roma İmparatoru Hadrianus’tu. Kızdırmak, dellendirmek yakışmazdı. Gazipaşa’daki tablacıya götürdüm. Tam sipariş verecektim Hadrianus, çevrede cardonların cirit attığını görünce, “Bu soykası batasıcadan bir şey yenmez” itirazında bulundu.
Haklıydı… Pel pel yüzüne baktım, biraz da utandım. Sokurdanacağını anladım, açlığını gidermek için hemen iki dene çörek aldım. Eliyin artığı bi güzel götürdü. Adını da “Güncülü kebap” goydu.
Yakıştı da hani…
“Hadro sana bir sürprizim var” dedim, belediye otobüsüne bindirdim. Tren istasyonu önünden geçerken sırtında döşşek, kolunda pılı/pırtı olan insanları görünce, “Bu ne İso?” diye sordu. Bu arada apörleden “Mersin yolcusu kalmasın” anonsu yapılıyordu. Tam cevap verecekken, naylonla pambık taşındığını fark etti ve “demek çiftçinin hasadı iyi” yorumunu yaptı, iç göç meselesini anlatma imkanını tanımadı.
Sonra otobüsün içine odaklandı. Yolcuların ellerindeki gıllik cihazlara dikkat kesilmesi, ilgisini çekmiş olacak ki “Aboooo bunlar napıyor lan” dedi.
Hadi gel 2 bin yıl önce yaşayan Roma İmparatoru Hadrianus’a cep telefonunu anlat, anlatabilirsen…
Ikınına/sıkına dilimin döndüğünce izah etmeye çalıştım. “Tamam, ne idüğü belirsiz aletten ben de istiyorum” talebinde bulundu.
Anlaştık…
Mavra yapa yapa Adnan Menderes Bulvarı’na kadar gelmişiz. Gölü görünce gözleri faltaşı gibi açıldı, “Bu deniz nerden çıktı?” diye sordu. Bir çılgınlık yapacağı belliydi, hemen koluna yapıştım.
“Burası deniz değil, göl” dememe fırsat bırakmadan, elimden pırttı üstündeki mintanı, şalvarı çıkardı, “şimdi çimmek zamanı” diyerek, suya tumdu…
Tumuş, o tumuş…
Bakalım ne zaman çıkacak?