Ankara Escortları

DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

GAZETECİ İSMET R.SELÇUK’UN İTİRAFI

Yayınlanma Tarihi :

İtiraf ediyorum…
Hani “yatacak yerin yok” derler ya…
Galiba bizim de yatacak yerimiz yok.
80’li yıllarda Mustafa Gümüşdamla, Metin Tursun, Ceyhun Özgönül, Ali Pekmezci, Ramazan Biçer, Erol Şennur, Murad Doğukanlı, Neşet Karadağ, Ali Güreli, Şencan Birincioğlu, Tülay Çetin, Mehmet Serbes, Yusuf Toprak, Sacetttin İnce, Oktay Seçmen gibi arkadaşlarla ‘adliye-polis’ muhabirliği yapıyorduk.
Bazılarıyla dönüşümlü, bazılarıyla sürekli tatil-bayram demeden adliye koridorlarını aşındırıyorduk. O dönemde ben Hürriyet Haber Ajansı’nda görev yapıyordum.
Adliye haberleri de revaçtaydı. Bütün gazetelerin haber merkezleri Adana bürodan gelecek ‘adliye haberlerini’ sabırsızlıkla bekliyordu. Haftanın 7 günü bütün gazetelerin ya birinci, ya üçüncü veya son sayfasında Adana’dan servis edilen adliye haberleriyle doluyordu.
“Korna çaldı, böyle oldu”, “Hatice Hanım’ın sahur öfkesi”, “5 bira içti, çimdik attı”, “Gaz kaçıran kocasını boşadı”, “Yan bakan adamı bıçakladı”… Bunlar benim yaptığım haberlerden sadece birkaçı…
Diğer arkadaşlarımın benzer haberleri de kendi gazetelerinde yeralıyor, adliye muhabirleri olarak adeta birbirimizle yarışıyorduk.
Hürriyet Haber Ajansı olarak biz de kendi içimizde yarış halindeydik. Çünkü birinci, üçüncü veya son sayfada çıkar haberlere prim veriyorlardı. Çoğu zaman aldığımız prim, maaştan fazla oluyordu. Yani İstanbul yazi işleri, ilginç adliye haberlerini primle ödüllendirerek bizleri daha fazla adliye haberi üretmeye zorluyordu.
Bazı Mahkeme hakimleri de bizi teşvik ediyordu. Biz haber yaptıkça, ilgili mahkeme hakimlerinin de fotoğrafları gazetelerde yayınlanıyordu. Hürriyet, Milliyet, Güneş’te adının veya fotoğrafının Türkiye baskısı çıkması onların da hoşuna gidiyordu. Belki de memleketlerinden arayıp “Bugün seni gazetede gördüm, çok yakışıklı çıkmışsın” diyorlardı.
Gazetelerin Adana temsilcileri ya da istihbarat şeflerine ne demeli? Haberler Türkiye baskısı yayınlandıkça koltuklarını sağlama aldıklarını sanıyor, “adliye haberi” getirmeleri için muhabirlerine baskı uyguluyorlardı.
Bizim kuşaktan önce adliye haberleri çok fazla ön plana çıkmazdı, ama nasıl bir ‘miras’ bırakmışsak, bizden sonraki kuşak yemeyle bitiremedi. Adana birden bire adliye haberleri konusunda Türkiye’nin bütün illerini geride bıraktı.
İş o boyutlara ulaştı ki, gazetelerin yanı sıra, televizyonlarda da ‘adliye haberi’ deyince; Adana akla geliyordu. Adanalı kavgacı, sinirli, gergin, her an cinayet işleme potansiyeline sahip kişi olarak anılmaya başladı.
Çıkartılan kanunla mahkeme salonlarına kamera-fotoğraf makinesi alınması yasaklanmış, Adana ile ilgili adliye haberi azalmıştı, ama iş işten geçmişti…
“Bisküvi deyince ETİ” misali, “Adana deyince CİNAYET” akıllarda yer etmişti…
Gerçekten, Adana’nın imajı zedelenmişti…
Yıllar sonra kentin ileri gelenleri Adana’nın “adliye haberleri” ile anılmasından duydukları rahatsızlığı dillendirmeye başladı. Valilik, belediyeler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları basın toplantıları, açıklamalar yaparak Adana’nın “adliye haberlerinden” ibaret olmadığı haykırdı.
“Rahatsızlıkla” ilgili basın bültenlerinden bazılarını da, ben kaleme alıyordum. Aytaç Durak’ın başkanlık, Zihni Aldırmaz’ın başkanvekilliği dönemlerinde Adana Büyükşehir Belediyesi’nde Basın Danışmanı olarak görev yapıyordum. Adana’nın bu imajını değiştirebilmek için Aytaç Bey ile Zihni Bey adına basın bültenleri yazıyordum.
Yıllar önce yapılan (veya yaptığımız) yanlışlığı, düzeltmek için uğraş veriyordum…
İtiraf ediyorum; adliye muhabiri arkadaşlarımla birlikte Adana’nın adını ‘adliye haberleriyle anılır’ hale biz getirmiştik. İşin bu boyutlara ulaşabileceğinin, Adana’nın imajının zedelenebileceğinin farkında değildik.
İtiraf ettik diye bizi asmayın…
Tek suçlu biz miyiz… Elbette değil…
Biz ne kadar suçluysak; mübaşiriyle bize “Gazeteciler gelsin, çok ilginç bir duruşma var” mesajını gönderen hakimler de o kadar suçlu…
Biz ne kadar suçluysak; bizi haber üretmek için zorlayan temsilciler veya istihbarat şefleri de o kadar suçlu…
Biz ne kadar suçluysak; haberlerimizi gazetelerin önemli sayfalarında kullanan, birde bunu primle ödüllendiren İstanbul yazı işleri kadrosu da o kadar suçlu…
Biz ne kadar suçluysak; yıllarca bu haberleri sadece okuyan, gelişmeleri uzaktan izleyen ve iş işten geçtikten sonra da “Adana’nın imajı” gidiyor diye bağıranlar da suçlu…
Özetle; Adana’da imaj cinayeti varsa kimse dedektif tutup suçlu aramasın, herkes aynaya baksın katili görsün…
Ben itiraf ettim, cesaretiniz varsa siz de edin…

İsmet R. SELÇUK
ismetselcuk01@hotmail.com

YORUM YAP