
Yazılarında genellikle toplumsal gerçekliklere ışık tutmaya çalışan biri olarak kişisel problemlere, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlarla yaşadığım sorunlara çok da yer vermemeye çalışırım.
Bugüne kadar onlarca tartışmam oldu. Hiç biri de gereksiz tartışma değildi. Dile getirmedim, şikayet etmedim. Ama bu seferki çok ağırıma gittiği için yazma gereği hissettim. Benimle birebir ilgili belki ama yine de toplumun genelini ilgilendiren bir konu olduğu için yazmak zorundayım.
Şöyle ki;
26 Temmuz 2017 Çarşamba günü saat 10.30 sularında 9 yaşındaki oğlum Mehmet, kalbinin tam altını tutarak aniden ağlamaya başladı. Ne oluyor demeye kalmadan bir iki dakika sonra aynı acıyla yine bağırınca apar topar Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi’ne götürdüm. Acil girişindeki görevli memura konuyu ilettim. İlk yaşadığım şu: “Doktora sorun bu tür problemlere bakıyorsa fiş verelim.”
Gittim. Dr. Ali Çintuğlu’nun odası doluydu. Sıra beklemem gerekiyordu ama sadece oğlumun sorunu nedeniyle fiş alıp alamayacağımı sordum. Ne yalan söyleyeyim sayın doktor ben dahil oradaki hastalarla ilgilenmekten çok da mutlu görünmüyordu. Sağolsun bana baktı ve kafasını sallayarak ‘Evet’ dedi. Fişi aldık yeniden doktorun odasına gittik. Birtakım soruların ardından kan, idrar tahilli ve akciğer filmi için işlemleri yapmaya koyulduk.
Tahlilleri tamamladıktan sonra yeniden Ali beyin odasına yöneldik ki acilin kapısından eli sopalı bir adam güvenliği aşarak, ‘Senin a… k….’ diyerek içeriye doğru bağırarak koşmaya başladı. Oğlum haliyle korktu. Köşeye çekilip beklemeye başladık. Sağdan-soldan güvenlikçiler olay yerine doluştu. Neyse ki, adam hiç kimseye zarar vermeden dışarıya çıkarıldı.
Biz yeniden doktorun odasına doğru yöneldik ancak doktor odasında yoktu. Meğer eli sopalı adam bizim doktora saldırıyormuş. Doktor da bir süre sakinleşmek için başka bir odaya geçmiş. Sağa sola baktım bir muhatap bulabildim. Görevli hemşire bana başka bir odayı işaret etti. “Durumu izah edin sizinle ilgilensinler” dedi. Yönümüzü bu kez soyadını bilmediğim ve öğrenemediğim ‘Dr. Özgür’ün odasına çevirdik. Sıramızı bekledik. Görevliye doktorun da duyabileceği şekilde durumu izah ettik. Sağolsun görevli arkadaş tahlil sonuçlarının çıktısını hemen bilgisayardan aldı ve doktorun önüne koydu. Bu arada bizden sonra gelen biriyle ilgilenen doktor işi bittikten sonra bizim kağıdı gösterdim. Vay göstermez olaydım.
Doktordaki tavır aynen şöyle: “Kimin hastası.”
“Hocam Ali Bey bir tartışma yaşamış size yönlendirdiler” dediysem de arkadaş hiç oralı olmadı. “Kendisi baksın” demekle yetindi.
Bu arada saat 13.00’a dayanmış ve ben ‘kalp ağrısı’ şüphesiyle acil servise götürdüğüm çocuğumun ne sorunu olduğunu saatlerdir bilmiyorum.
Doktor Özgür, bakmadı çocuğuma. Kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir doktora baktım, bir oğluma baktım. Çocuk daha fazla korkmasın diye gayet sakin bir şekilde, hiçbir ses etmeden doktorun odasından çıktım.
Sonra tekrar beni oraya yönlendiren duyarlı hemşireye yöneldim. Durumu izah ettim ve küçük dağları yarattığını sanan doktorun çocuğuma bakmadığını izah ettim.
Elimdeki tahlil sonuçlarını aldı ve bir dakika sonra bizi kapısında beklediği odaya aldı. Dr. Ali Çintuğlu içerdeydi. İlk karşılaşmamızdaki tavrından çok farklı bir tavırla bizimle ilgilendi. Gayet sakin ve ilgili bir yüzle tahlil sonuçlarında kötü bir şey çıkmadığını ancak başka bir doktorun görmesinin de iyi olacağını söyledi. Sağolsun. Dediğini yaptık ve bize işaret ettikleri başka bir doktora da gittik. Gittiğimiz doktor da çocuğumla ilgilendi ve saat 14.00 gibi evin yolunu tuttuk.
***
Eve geldik ama Dr. Özgür’ün tavrını unutmam mümkün görünmüyordu. Hastane yöneticisi Halil Nacar’ı aradım. Halil bey cevap vermedi. Sonra bir mesaj: “İyi günler. Şu an müsait değilim. Lütfen mesaj gönderin veya daha sonra tekrar arayın. Anlayışınız için teşekkür eder, iyi günler dilerim.”
Benden Halil beye yanıt: “Ben teşekkür ederim. Ömer Üney-Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri”
***
Bu mesajlaşmanın sonucunda da bir şey çıkmadı tabiî ki…
Hayatım boyunca nüfuz kullanma derdim olmadı. Ben de bu ülkenin vatandaşıyım ve kimseden üstün olmadığım gibi –Suriyeli mülteciler hariç- kimse de benden üstün değil. Herkes gibi hastaneye, postaneye giderim ve sıramın gelmesini beklerim.
Olayı abartmadan yazmaya çalıştım. Konuyu başka ilgililere de ilettim.
Gazeteci olarak yıllardır doktora şiddete karşı çıkıyoruz. Tabip Odaları başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş doktorlara uygulanan şiddeti haklı olarak kınıyor. Biz de şiddetle kınıyoruz. Çarşamba günü belirttiğim saatler arasındaki kamera kayıtlarından görüleceği üzere Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi acil servisine elinde sopayla sağa sola küfür ederek girmeyi başaran adamı da kınıyorum.
Ama Allah rızası için söyleyin…
Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi acil servisinde saatlerce yaşadığımız sıkıntının hesabını kimden soracağız. Doktor ilgisi bekleyen 9 yaşındaki çocuğuma bir şey olsaydı kim kimi kınayacaktı. Ben küçücük oğluma, doktorların iş yükünün fazla olduğunu, dolayısıyla psikolojik yorgunluk yaşadıklarını nasıl anlatabilirim?
Şimdi söyleyin bakalım. Bu yazıyı okuyan sayın yetkililer, ilgililer, sağlıkta devrim yaptığını savunanlar, duyarlılar; bizimle ilgilenmeyen doktorları da kınayacak mısınız?
Biliyorum… Yine herhangi bir yanıt gelmeyecek.
Ama olsun…
En azından içimi boşalttım!

