DOLAR
EURO
STERLIN
FRANG
ALTIN
BITCOIN

KÜRESEL ISINMANIN NEDENLERİ?

Yayınlanma Tarihi :
KÜRESEL ISINMANIN NEDENLERİ?
Ekmek Tüketimi mi Küresel Isınmaya Neden Oluyor? Yoksa İnsan Kaynaklı Yanlış Politikalar mı?
ibrahimortas2Prof. Dr. İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.tr
Fransız yazar Amin Maalouf’un  “Çivisi Çıkmış” kitabını okumadıysanız mutlak önerim. Çivisi Çıkmış dünyamızda bir yandan küresel ısınma, enerji kaynakları ve doğal felaketlerle, bir yandan da insandan (insanın yanlış algılarından) kaynaklana yanlış ve çıkarcı politikaların doğurduğu ekonomik ve siyasal krizlere yol açan süreçler yaşıyoruz. Bugünlerde Katar ekseninde başlayan petrol kavgası ve bunun arkasındaki dünya devlerinin tarihsel enerji politikası ve Arapların din-siyaset politik tarihi görülür. Katar devletinin bölgedeki benzeri dünya görüşüne sahip diğer Arap ülkeler tarafından ekonomik ablukaya alınmasının arkasında enerji (petrol ) ilişkisinin olduğunu yakın geçmişte bölgemizi kan gölüne çeviren gelişmelerden biliyoruz. Katara yapılan abluka sonrası Katarlı vatandaşlar marketlerden ihtiyaçlarından çok alışveriş yaptı ve iki gün içinde toplumda gelecek haftaların gıda tedarikinin nasıl sağlanacağı konuşulmaya başlandı. Bu gelişme bize gıda güvenliğinin ve güvencesinin ne denli önemli olduğunu hatırlatmış oldu.
Çivisi Çıkmış Dünyayı Anlayan İnsanlık Hep Haklı Çıkmıştır
Şu “çivisi çıkmış dünyada” halen insanlık için çırpınan çok az sayıdaki insanın doğanın sağlığı ve gıda güvenliği için mücadele eden insanlık her zaman tarihsel olarak haklı çıkmıştır. En son İstanbul’da on gün arayla metrekareye yağan 118 kilogram yağış-dolu ve fırtına nedeni olan küresel ısınma ve binlerce kilometre karelik alanların su altında kalması bir kez daha bilimi ve öngörüyü haklı çıkarmıştır. Günümüzde bir hafta on gün öncede olacaklar artık öngörülebiliyor. Tabii bilimin öngörüsüne uygun tedbir alıyorsak. Değilse 15 milyonluk kent doğaya teslim olmak zorundadır.
Bu bağlamda öngörüde bulunan ve toplumu uyaran ve konularda çabaları olan ve insanlık için neler yapabiliriz konusundaki düşünsel üretkenlikleri olan insanlarda saygı duyuyorum. Ancak biliyoruz ki toplum bizim yaşama ve geleceğe baktığımız yerde değil ve gündemleri de bizlerden çok başka yerlerde. Bizler insan doğa ilişkisini anlamaya ve doğanın prensiplerine uygun nasıl yaşamımızı sağlıklı yürütürüz diye düşünürken, bazıları “doğayı nasıl elime geçirim” ve onundan maksimum düzeyde yararlanırım diye çabalıyor. İstanbul’da son yaşılar ile selin baskıladığı alanların tümü geçmişte ya suyun denize ulaşım yolarıydı ya da dere ve vadilerdi. Suyun toprakla buluşması betonla kaplandığı için denize ulaşamayan sular fakir fukaranın ya evini ya da işyerini basmak zorundadır.
Biz insan doğa ilişkisini nasıl rayından çıkarmadan yönetebiliriz derken, maalesef bazıları doğanın milyonlarca yılda gerçekleştirdiği dengesini bozmak için yerin yüzlerce metre derinliklerinden karbon kaynaklı bileşikleri çıkararak adeta dünyayı yangın yerine çevirmektedir. Yerin derinliklerinden çıkarlan petrol ve kömür bugün dünyanın başına bela olmuş ve ileride çivisi çıkmış dünyamız artık yönetilmez duruma gelecek o zaman ne ekmeğin tadı kalacak ne de suyun tadı. Şunu biliyoruz ki doğada insandan başka kendi besin kaynağını bilerek yok eden hiçbir canlı türü yoktur. Ekolojide prensip olarak “her canlı kendi besin zincirinin sürdürülebilirliği için yiyeceğinin bir kısmını hep geride bırakır”. Yani aslanlar sürüye daldıklarında Amerika’ya sonrada yerleşen beyaz adam gibi bütün sığırları öldürmüyor. Birsini öldürüyor karnını doyuruyor sonra bir daha avlıyor. Ancak insan küçük çıkarı için onlarca hayvanı aynı anda öldürüyor.
Bu bağlamda çoğu insan doğanın kendileri için yaratıldığını ve bundan da maksimum düzeyde yararlanacağını düşünüyorlar. Ve bazıları da bu düşüncelerinde samimiler. Ancak toplumun gündeme farklı diye ve bizler ile doğaya aynı pencereden bakmıyorlar diye bizlerin doğa-insan ilişkilerini beslenme-sağlık ilişkisi konularını toplumun önüne koymayacağımız anlamına gelmiyor. Tam tersine doğadan en az yaralana, doğanın sömürülmesine karşı çıkan insanlar olarak doğanın bir bütün olduğunu ve doğanın başına gelecek her felaketin hepimizin başımıza geleceğini anlatmak zorundayız. Nihayet insandan kaynaklanan bu felaketler hepimizin yaşananı etkilemektedir.
Küresel Sınmanın Nedeni Ekmek Değil, Hidro-Karbon Kaynaklı Enerji Tüketimidir
Atmosferi Petrol-enerji atmosfere salınan karbondioksit (CO2) miktarı bugün artık bir sorun. New Scientes dergisinde yayınlanan “A loaf of bread emits half a kilo of CO2, mainly from fertilizer” (
gübreleme ile bir ekmek yarım kile CO2’yi atmosfere salıyor başlıklı bir yazı kalem aldı. New Scientist yayınlana makaledeki belli bir miktarda ekmeğin üretimi ile atmosfere kilolarca COsalar” ifadesi yeniden ekmek yemek küresel iklim değişimlerini mi tetikliyor sorunu getirdi. Yer altında çıkarılan hidro-karbon temeli enerji üretimi ile atmosfere salınan gazların yanında buğday ve ekmek temelli atmosfere salınan CO2 miktarı çok zayıf kalıyor. Aslında bütün savaşların arka planında ekmek kavgasının olduğunun bunun da toprağın karbonun (toprak organik maddesinin) zayıflatılmasına bağlı olduğu açık. Birçok kültürlerin yıkılmasında ve savaşların arkasında hep enerjisi zayıflamış toprağın üretkenliğinin düşmesi hep dikkatli gözlerden kaçmıyor.  Buğday ekili değişik tarla denemelerinde atmosfere salınan karbondioksit miktarı artık ileri teknoloji ile ölçülebiliyor. Yaptığımız ölçümler sonucu toprak ve bitki yönetimine bağlı olarak atmosfere salınan CO2 miktarı kesinlikle farklılaşıyor. Ancak her durumda çıplak toprak ortamında bile mikroorganizmaların biyolojik aktivitesi sonucu atmosfere COsalımı yapılıyor. Buğday üretimde de azotlu gübre kullanımı ile atmosfer daha fazla gaz akışı oluyor. Bu durum diğer bitkiler içinde öyledir. Yani buğday da üretsek, pamukta üretsek, hayvan yemi de üretsek atmosfere CO2 salımı oluyor. Her faaliyetimiz sonucu solunum yolu ile atmosfere CO2 salıyoruz. Eğer atmosfere CO2 slımı oluyor diye buğday ekmeyecek sek o zamana nefeste almayalım. Önemli olan ekolojik prensiplere uygun bir üretim modelini uygulamaktır. Yeni model daha toprak-bitki yönetimi ise atmosfere daha az CO2salımı ve tersinde de atmosferde ki gazları da daha çok yutacak ve toprağa karbon bağlayacak toprak bitki üretim modelleri sağlamaktadır.
Doğayı ve Prensiplerini Anlamasak Daha Çok Doğal ve Politik Sorun Yaşarız
Günümüzde can alıcı sorun buğday üretimi ve ekmek tüketiminden kaynaklanan bir ekolojik bozunum sorunu yok, tam tersine dünyanın yönetilmesinde enerji yaşam ilişkisi doğa ile nasıl bütünlük içinde yürütüleceğine yönelik yanlış politikalardır. İnsan tarım yapmasıyla başlayan buğday üretimi yakın geçmişe kadar doğaya olumsuz bir etki yaratmadı. Ancak insanın yaşamı endüstriyel üretim ilişkileri ile yönetmesiyle doğa kirlendi ve küresel iklim değişimleri ile küresel ısınma artmaya başladı. Bu süreçte dünyanın ve yaşamın sürdürülebilirliği doğayı ve onun prensiplerini anlayarak mı yürüteceğiz yoksa doğayı sonsuz bir enerji kaynağı veya tükenmez bir kayna gibi gören yanlış algılarımıza bağlı olarak doğayı sömürmeye kalkmak mı yürüteceğiz. Bu soru temel ve yaşamsal düzeydedir. Doğayı anlamdan doğayı sömürmeye kalkarsak kısa süre sonra doğanın yasları karşımız çıkar ve nihayetinde hep beraber altında ezilir kalırız. Katar Emirliği ekseninde bugün emperyal ülkelerin ve bölgedeki ülkelerin petrol ve küçük politik çıkar kavgaları yarın karşımıza farklı bir boyuta ve belki de telafisi zor olan bir süreçle çıkabilir. O zamana da hiçbir körfez ülkelisinde ekmek bulunmaz ve halk petrol değil, ekmek ve su arayışını daha yüksek sesle dillendirir olacaktır. Temel ihtiyaçların dışındaki tüketimi işkembe kültürüne hizmet olarak algılarım.
Sorun Yanlış Politikada
Bugün dünyanın bir bütün olarak çivisinin çıkması ve yaşanan sosyal ve iklimsel olayların temellerinde hep ekonomik-sosyal yönetim politikaları anlayışları bulunmaktadır. Artık iletişim çağında küreselleşen dünyanın sorunlarına bütünlükçü bakmaktan başka çaremiz yok. Sorunu buğday-ekmek ekseninde değil de, artan endüstriyel üretimin dayattığı tüketim anlayışında aramamız gerekir. Yaşamımızı yavaş yavaş kontrol altına alacak olan endüstriyel tüketimi, yapay zekâ ile donatılan robotlar, enerji tüketiminin üretimi ve tüketimini zorlayacaktır. Artan enerji talebi doğal kaynakların daha çok tüketilmesine yol açacak, sonunda daha çok iklim değişimine bağlı felaketler yaşayacağız anlamına gelecektir.
Aslında dünyayı anlasan mevcut 7.5 milyar insanı hali hazırda mevut kaynaklar ile karnı doyuyor. Dünyanın mevcut kaynakları belki 9-11 milyar insanı daha doyurabilir fakat daha fazlasını taşıyamaz. Bundan sonra dünyanın başına bele olacak olan atmosferde ki CO2 salımı daha ciddi bir konu olarak çokça konuşulur olacaktır. Buda buğday ekim değil enerji yönetimi ve sömürü politikaları daha çok sorgulanmalıdır.
Yaşadığımız bunca sorunun analizi, sorgulanması ve çözüm önerilerinin üretilmesi için yeni yaklaşımlara ve söylemlere gereksinim bulunmaktadır. Bu uğruda çabası olanlara destek olmak zorundayız.
  29 Temmuz 2017 Adana

YORUM YAP